1. Gün
Gezi stajımı Balıkesir, Çanakkale ve Eskişehir çevresinde gerçekleştirdim. Zeytin ağaçları ile yeşil peyzaj dokusu ile
temiz havasıyla çok güzel bir şehir. 
Zeus altarı ve Adatepe köyü ile gezi
stajıma başladım. Burası için pek çok efsane söylenirmiş. Homeros, İlyada Destanında Tanrıların İda Dağında
yaşadıklarından ve Troia (Truva) Savaşını buradan izleyip yönettiklerinden söz
eder. Tanrılar Tanrısı Zeus’un da burada yaşadığı ve savaşı izleyip yönettiği
yine bu söylenir. 
Behramkale (Assos)
Antik
dönemdeki adı Assos olan, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı şuan ki adıyla
Behramkale Köyü’nde bulunan antik kente gittim. Bu köy M.Ö. 1000 ‘li yıllardan
beri yerleşim merkezi olarak kullanılıyormuş. Assos Antik kenti tarih boyunca
Lidya, Pers, Roma gibi birçok egemenlik altına girmiştir.
Gezerken gözlemlediğim eğimli, dar, taş zeminli sokakları olan bir dokuydu.
Topografyaya uyumlu evler ve sur içindeki yapıları bozmayacak şekilde restore
edilmiş eski evler bulunuyordu. Buradaki evler geçmişte taş ustaları tarafından
yapılmış, günümüzde pansiyon ve yazlık ev olarak turizme yönelik işlevlerde
kullanılmış. Bu yöreden çıkan andezit taşından yapılmış.
Hüdavendigar Cami
Athena
Tapınağı’na doğru yürürken Hüdavendigar Cami Silüete girmeye başladı. Sultan
Murat Hüdavendigar akropolde 14.
Yüzyılda bu camiyi inşa ettirmiş. Cami kare planlı ve
üzerinde tek kubbe bulunuyordu. Osmanlı
dönemi’nde çokça karşılaştığımız tarihten fragmanları yeni mimari ögeye ekleme
burada da karşılaşılmış. Bu Cami'nin giriş kapısının sövesi, kendisinden daha eski
Cornelius kentindeki bir kiliseden alınarak burada kullanılmıştır.
Athena Tapınağı
En yüksek yerde akropol’de Athena
Tapınağı’ndan kalan izler bulunuyordu.
Bu tapınakta dorik başlıklı sütunlar bulunuyordu. M.Ö. 540-525
yıllarında yapılıp Athena’ya ithaf edilen tapınaktır. Sütunlar üzerinde kabartmalar ve döşeme üzerinde
çıkıntılar süslenmiş.

Tapınağın restitüsyonu da yapılmıştı. Kolonad dizisi, alınlık… vb günümüze gelemeyen parçaları bu maketten anlamak daha kolay oldu.
Tapınağın restitüsyonu da yapılmıştı. Kolonad dizisi, alınlık… vb günümüze gelemeyen parçaları bu maketten anlamak daha kolay oldu.
Amfi Tiyatro
Güney
ucunda bulunan amfi tiyatro 2500’e yakın izleyici alabiliyormuş. Erken dönemde tiyatroda tragedya ve komedya
oyunları oynanırken geç dönemde tiyatro gladyatör dövüşleri için arena olarak
kullanılmış. Tiyatro sahnesinin oturma bölümü yamaca dayandırılıp sahne denizin
olduğu tarafa koyulmuştur. Bu antik Yunan tiyatrolarında ortak olan bir
özelliktir. Andezit taşı evlerde olduğu gibi bu tiyatronun yapımında da
kullanılmış
Tiyatro günümüzde de işlevini yerine
getirip pek çok festivale ve tiyatroya ev sahipliği yapmaktaymış. Dönüş yolunda
bir kısmını görüntüleyebildiğim 3200 metre boyunca kenti çevreleyen surlardan
izler fotoğrafta bulunuyor.
Dönerken tarihi evlerin önünde tezgah açan
teyzelerin neler sattığına baktım. Camdan yapılmış hediyelik eşyalar, şallar,
ahşaptan yapılmış oyuncaklar, süsler, danteller, turşular, sebzeler…vb bir çok
satış yerleri bulunuyordu. Dokuyu bozmadan bu alanı renklendiren bu tezgahları
gezmek keyifliydi.

Behramkale Limanı
Assos çevresinde Meşe palamudu ormanları çokça
bulunuyormuş. Palamut dış ülkelere boyanın
hammaddesi olarak satılıyormuş. Palamutları depolamak için taş kagir depo
yapılar inşa edilmiş. Daha sonra yeni
malzemeler üretilince palamuta ihtiyaç azalmış ve palamut ihracatı
azalmış. Dolayısıyla depolar da işlevini
kaybetmiş.
Limandaki depo yapılarının yığma taşıyıcı
sistemli taş dizilimleri, küçük açıklıklar dikkatimi çekti. Akşam
ışılandırmasıyla tarihi doku yaşamaya devam etmekteydi. Pek çok bina restore
edilip turizme açılmış. Bunların birtanesinin içine girip otel sahibiyle
görüşüp bilgi aldım;
1883 yılına ait bu fotoğrafta şuan otel
olarak kullanılan yapı Osmanlı Döneminde giysilerin depolandığı ve bu giysileri
yapan Rum bir ihracatçının eviymiş. 1950 li yıllarda palamut ihracatı bitince
liman ve balıkçı barınağına dönüşmüş. 1987 yılında ise Muzaffer Çakır bu binayı
restore edip turizme açıp otele dönüştürmüş.
2.GÜN
Gömeç’teki Kayahan’ın ‘Gönül
Köşkü’ ‘Sevgi Köyü adlı siteye girdim. ‘Mor Menekşe Sokak’, ‘Mavilim’, ‘Seni
Seviyorum’ her sokağına şarkılarının adı verildiği gibi şarkılarının isimleri
sokaklara verilmişti.
Cunda Adası
Gezi stajımın ikinci gününde Ege’nin 4.
Büyük adası olan şimdiki adı Alibey Adası olan, ‘Cunda Adası’na gittim.
Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı bu güzel adada ilk olarak Agios Yannis
Kilisesi’ne çıktım.

Yukarıdaki görsellerde Kilise’nin
bulunduğu yerden çevre doku ve denizi gözlemlemekteyiz. Restore edilen ve yeni
eklenen yapılar dokuyu bozmayacak şekilde yapılmaya çalışılmış.
2007 yılında restore edilmiş ve Sevim ve
Necdet Kent Kitaplığı olarak kullanılıyor. Aynı zamanda kafe olarak da dışarısı
kullanılıyor.
Şapelin batı tarafında bulunan bu değirmen
manastıra un sağlıyormuş. Ancak günümüzde işlevini yitirmiştir. Geçmişte
mekanizmasının bulunduğu yer şuan ofis ve mutfak olarak kullanılıyor.

Şapel kiliyse eklenti olarak 1800’lü
yılların sonlarına doğru inşa edilmiş. Aziz Yahya’ya İstanbul’un fethinin
ardından ithaf edilmiş. İki keşiş tarafından yaptırılmış.
Mimari öğeler ve kalıntılar bahçesinde
sergilenmekteydi. Nesos’dan sütun, çanlar,
pinalar, vs bulunuyordu. İçerdeyse ikon resimleri(Meryem Ana , İsa
bebekliği, büyümüş hali) bulunuyordu. Çatısı depremden sonra çökmüş, restore
edilip tuğladan tonoz çatı yapılmış.
Taksiyarhis Kilisesi
1873’de inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi tek
kubbeli ve tonozlu örtülüydü. Bazilikal planı olan bu yapının girişinde üçgen
çatkısı, kolonları neoklasik bir yapı olduğunun göstergesiydi. Şuanda müze olarak kullanılıyor. Bu kilisenin
kolonları ve merdivenleri sarımsak taşından yapılmış.
Kilise’nin içerisinde renkli camlar
giren gün ışığı, tonozla örtülü tavan ve renkli kolonlar etkileyiciydi. Bahçesinde bulunan büyük aletin ne olduğunu sorduğumda;
bu kilisenin geçmişte diğer Ortodoks kiliselerine zeytin ve sabun sağlayan
kilise olduğunu, bu aletin ise zeytinden sabun oluşturan bir icat olduğunu
öğrendim.
Geçmişte Müslüman ve Hristiyanlar’ın birlikte yaşadığı bu mahallenin
taş sokakları eski etkisini korumaktaydı. Çıkmalı yapılar, üzeri işlenmiş konsollu
yapılar cephelerde süreklilik yakalamıştı.
Cunda Sahil şeridi’nde
Cunda Sahili ve sokaklarda, klasik dönemden
fragmanlar bizi takip ediyordu. Eski yapıların takibini kolaylaştıran bu
parçalar Cunda Adası’na özgü bir değer vermiş. Rum meyhanelerinin yeşilin
içinde mavi sandalye ve beyaz örtüleri ile yeni birer peyzaj öğesi oluşturmuş
gibiydi.
Taş kahve’nin 4. Görselde cephesini
görmekteyiz. Giritli Hüseyin Bey’in oğlu adaya yerleşerek babasının Girit’de
sahip olduğu kahve gibi buraya kahve açar.
Yapının duvarının örülme sisteminin de
bir bölgeye kimliğini veren özelliklerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Fotoğrafını çektiğim bu örme sistemini ilk defa gördüm ve etkileyici buldum.

3.Gün
Şıp Şıp Dede Türbesi
Güne Kültürümüzde çokça
duyduğumuz Türbe ziyaretiyle başladım. Kazdağlar’ında bulunan Kadıköy Köy’ünde
bulunan bu türbeye
çocuğu olmayan aileler gelip dua ediyorlarmış. Daha sonra
türbenin altında bulunan bu küçük mağaradan ayaklarıyla taş alıp dilekleri
yerine gelince tekrar taşı yerine bırakıyorlarmış. Efsaneye göre bu kaya oyuğunun
içerisine damlayan su Şıp Şıp aktığı için buraya bu isim verilmiş. Kadıköy’de tıpkı diğer köylere benzer şekilde
ortada büyük bir mahalle kahvesi ve camii ve çevresinde taş evler bulunuyordu.

Kazdağları’nı eteğinde bulunan yeşilin bin bir
tonunu gördüğüm Edremit Hasanboğuldu gölüne gittim. Burada dev çınar ağaçlarının altında
semaverden aşilemle çay içip Sarıkız2 adğru yolaldık.
Günün devamında koyları
gezdim. Doğal sit alanı seçilen Kadırga
Koyu tertemiz denizi ve henüz dokunulmamış yamaçlarıyla saklanmış bir cennet
gibiydi. Uzun bir kumsal şeridi bulunuyordu.
Sarıkız Sahili
Efsanelere göre güzelliğiyle meşhur Sarıkız’ı
çekemeyenler ona iftira atar. Babası bunu duyunca onu Kazdağları’nın zirvesine
bırakır. Sarıkız aç kalır günler sonra bir kaz gelip ona yumurta verir. Sarıkız
aylarca yıllarca burada yaşar. Daha sonra yolunu şaşıran iki turist onu bulur.
Sarıkız onları besler, Kazdağları’ndan inen turistler Sarıkız’ı anlatır. Bunu
duyan annesi ve babası Sarkız’ın yanına gider ve onu bulur. Babasına
avuçlarından su veren Sarıkız’ı görünce Babası şaşırıp suyu nerden bulduğunu
sorar. Sarıkız ise elini uzatıp denizde aldığını söyler. Sarıkız ermiş kişi
olarak dağda türbesi yapılır. Bana bu hikayeyi anlatan 20 yıldır Akçay oturan
Leyla Teyzem’e teşekkür ederim.
Akçay’ın sahilinde gittiğim sarıkız heykeli olduğu sahil şeridini gezerek burada yaptığım üç günlük stajımın sona geldim. Temiz havası, korunmuş mimarisi ve insanları ile gezi stajımda burada öğrendiklerimle çok mutlu oldum.
Akçay’ın sahilinde gittiğim sarıkız heykeli olduğu sahil şeridini gezerek burada yaptığım üç günlük stajımın sona geldim. Temiz havası, korunmuş mimarisi ve insanları ile gezi stajımda burada öğrendiklerimle çok mutlu oldum.
4. GÜN
Gezi stajımın diğer 2 gününü Eskişehir’de
gerçekleştirdim. İstanbul’dan Eskişehir’e Yüksek hızlı Tren’ kullandım. Trenle
ulaşımı deneyimlemiş oldum. İlk gün sonradan yapılan Parkları kent merkezini ve
Meriç Nehri’ni , peyzaj ögelerini gezdikten sonra ikinci gün, geleneksel doku
ve sergileri gezdim.

Eskişehir ulaşımda tramvay hatlarının çok
kullanıldığı bir öğrenci şehri gibiydi. Doktorlar Caddesi’nin ortasında bir tramvay hattı ve
iki yanındaki mağazalarıyla Taksim’i andırıyordu. Şehrin merkezinden geçen
Meriç Nehri ve üzerindeki renk renk imgesel köprüleri de bu şehrin kimliğini
oluşturan öğelerdi.
oSazova Park
Masal Şatosu, Korsan Gemisi, Yapay Gölet, Bilim ve
Deney Merkezi, Sabancı Uzay
Evi, Eti Sualtı
Dünyası, amfi tiyatro
vb bir çok çocuk , genç ve ailelerine yönelik kafeler eğlence merkezleri
bulunduran çok büyük bir park
Şelale Park
Eskişehir’in manzarasını gören yüksekte
olan bu parka yapay bir şelale yapmışlar. Seyir terası ve kafe olarak belediye
tarafından işletiliyor.
5.GÜN
Odunpazarı
Eskişehir’in en eski ve ilk yerleşilen
semti Odunpazarı’na gittim. Geleneksel evleri korunup günümüze kadar gelmiş.
Topografyaya uyumlu olan bu evler günümüzde restore edilip boyanarak , ancak
orta sofa, çıkmalar, cumba ve gönyeli cumba gibi bize ait Bazıları halka açılmış ve müze, sergi olarak
kullanılıyor.
Atlıhan El Sanatları Çarşısı
Avlulu bu han 1850’li yıllarda Takattin
Bey tarafından yapılmış. Bu hana gelen hem ziyaretçiler hem de hayvanları
burada konaklıyorlamış. Ben gittiğimde çarşı olarak yine hediyelik eşyaların
satıldığı dükkanlarla dolu bir turistik bir merkezdi.
Odunpazarı evlerinin bir kısmı müzelere ve
sergilere açılmıştı. Birçok siyasetçi ve sanatçının balmumu heykeli
bulunuyordu.
Kurşunlu Cami ve Külliyesi
1500’lü yılların ikinci çeyreğinde Mimar
Acem Ali’ye yaptırılmış. Cam atölyeleri, evlendirme dairesi ve lületaşı müzesi
bulunuyordu. Osmanlı Dönemi’nde kervansaray,aşevi, şadırvan, cami, sıbyan
mektebi, medrese,tabhane, kütüphane gibi pek çok programı barındıran çok büyük
bir külliye.
Evlendirme dairesi olarak kullanılan
bölüm Osmanlı Döneminde Aşevi olarakişlev görüyormuş. İki bölmeli bu alanın bir
kısmına sandalyeler ve masa koulup diğer tarafı sergi alanı gibi panolarlar kapatmışlardı.
Kalorifer petekleri ve yapay aydınlatmanın başarısız bir sonucunu gözlemledim.
Lületaşı Müzesi
Külliye’nin medrese bölümünde Eskişehir’de
çıkan lületaşından yapılan tesbihler, heykeller, pipolar,magnetler,..vs
sergisinin ve satışla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder